Yeni Dönemde De Eczacılarımızın Ve Halkımızın Yanındayız

Yeni Dönemde De Eczacılarımızın Ve Halkımızın Yanındayız

Öncelikle yeni dönemin hayırlı olmasını dileriz. Röportajımıza geçmiş dönemin değerlendirmesi ile başlamak isteriz. Geçtiğimiz dönem, özellikle pandemi sürecinde ve 2020 yılında İzmir Depremini; son olarak da ne yazık ki 6 Şubat 20223’te, 11 ili kapsayan, hepimizi derinden sarsan, Yüzyılın Felaketi olarak adlandırılan, bizlerin yaşadığı en geniş kapsamlı depremle karşılaştık. Pandemi gibi bir sorun, İzmir depremi ve ardından da 6 Şubat deprem felaketi… Bu olduğunda inanın Türkiye’nin her yerindeki eczacı arkadaşlarımız mesleki sorunlarını bir kenara bırakıp oluşturdukları ilaç kaynağı ile birlikte, gönüllü olarak deprem bölgesinde 28 ayrı noktada sahra eczanelerinde, çadırlarda, konteynerlarda 2 aydan fazla, 3 aya yakın süre yöre halkına ve depremden zarar gören vatandaşlara sağlık hizmeti sundular.

Depremin ardından önce Hatay merkezde yaklaşık 20 gün, sonra 1.5 aydan fazla da Samandağ’daki eczanede görev yaptık. 100’ün üzerinde arkadaşımız gönüllü geldi, 4’er günlük periyotlar ile gittik, geldik. Dışarıdan bakıldığında zahmetli, rutin normal yaşantıdan uzak bir dönemdi, onların hepsini birlikte yaşadık, hem İzmir’den hem de diğer illerden gelen tüm eczacı arkadaşlarım ile gerçekten de gurur duydum. Kasım ayında da gerçekleştirmiştik mitingimizi. O süreçte bizlerin ne kadar çok sıkıntı yaşadığımız alt alta sıralanmışken, birkaç ay sonraki depremde biz eczacı, sağlık çalışanı kimliğimiz ile bölgeye gittik. Döndüğümüzde de duygularımız karışıktı. Deprem bölgesinden dönen her arkadaşım, “Acaba biraz daha kalsa mıydık? Erken mi dönüyoruz? İnsanlar çok çaresiz, onlara biraz daha yardımcı olsa mıydık?” diye düşündüler. Ama döndüğümüzde de gördüğümüz bir tablo var, sadece orada bir süre çalışıp, orada bulunan halka bir müddet ekonomik veya psikolojik katkılar sağlayıp dönmek sorunu çözmüyordu. İzmir depreminden biliyoruz ki, orada zarar görenlerin hala sıkıntılarının devam ediyor. 6 Şubat depreminden sonra gördüklerimden söyleyebilirim ki bizlerin daha uzun bir süre bölgedeki insanların ellerini bırakmamamız gerekiyor. Yaşanan bu büyük sıkıntının kaç yıl daha süreceğini kestirmek mümkün değil. Devletimizin imkanları, insanımızın katkısı ile ne kadar zamanda halledilebilir bilmiyorum ancak çok kolay gözükmüyor. Bu felakette kaybettiğimiz her can için çok üzgünüm ama orada hayatta kalarak yaşama mücadelesine devam eden herkese de destek olmak gerekiyor.

Diğer taraftan hala Eczacılık Fakülteleri açılmaya devam ediyor. Fakülte sayısı 60’ın üzerinde. Var olan fakültelerin her yıl kontenjanlarının biraz da artırıldığını, mesleğin her yıl biraz daha değersizleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Eczacılık gibi bugüne kadar hiç istihdam sorunu yaşamamış bir meslek grubunun önünde çok ciddi bir istihdam sorununun belirdiğini söyleyebilirim. Bunu halletmemiz lazım, bu çok önemli çünkü bu sorunu halletmeden diğer sorunları halletmeye çalışmak bizi farklı sıkıntılara sokacaktır.

Bunun dışında ekonomik olarak eczanelerin İlaç Fiyat Kararnamesi ile Avro endeksli bir sistemden çıkması gerekiyor. Aksi halde bugün tüm iyileştirmelere rağmen ilaçta 14 TL’ye sabitlenmiş bir Avro kuru ile bu işi taşıma şansımız yok. %50’den fazlası ithal olan bir üründe, düşük Avro kuru ile bunu baskılamaya çalışmak ya da eczacılık hizmetlerinin harcamalarını baskılamak, buradan tasarruf etmeye çalışmak çok doğru gelmiyor bana. Bu, ülkenin şuanda uyguladığı bir sağlık politikası. Nasıl sağlık çalışanları emeklerinin karşılığını alamadıkları için feryat ediyorlarsa, bizim tarafta da eczacılık ile ilgili verilen hizmetin karşılığının alınmadığı gözüküyor. İlaçların bulunamadığını görüyoruz. Belirli zamanlarda tamamen kayboluyor, bazı dönemlerde kısıtlı sayıda çıkıyor, ithal ilaçlarının birçoğuna ulaşmakta güçlük çekiyoruz.

Bizler ve bu ülke insanı için daha da acı olanı dünyanın birçok yerinde kullanılan yeni nesil ilaçların Türkiye’ye hiç gelmemesidir. Yani ilaç firmaları, bu fiyat politikasını bildikleri için Türkiye’de faaliyet göstermek için, Türkiye’de o ilacın bulunması için herhangi bir başvuru bile gerçekleştirmiyor. Yurtdışındaki kongrelere katılan hekim arkadaşlarımızın, eczacı arkadaşlarımızın birçoğu, dünyanın birçok ülkesinde çok daha hızlı sonuç alınan yeni nesil ilaçların, akıllı ilaçların çok yaygın bir şekilde kullanıldığını belirtip bunların Türkiye’de neden olmadığını bize soruyorlar. Biz de fiyat politikası ile ilgili sıkıntıyı anlatıyoruz.

İlaç sektöründeki sorunlardan bahseder misiniz?
Aslında ilaç olan ürünlerin ilaç değilmiş gibi Bakanlık tarafından ruhsat verilip satılması büyük bir sorun. Biz Danıştay’a Tarım Bakanlığı ile ilgili bir dava açmıştık. O süreç devam ediyor. Biz diyoruz ki “bunlar ilaçtır, bunlara Tarım Bakanlığı ruhsat veremez. Gıda takviyesi diye 1.000 miligramlık bir C vitaminini, magnezyumu, çinkoyu ya da kalsiyumu “bunlar ilaç değildir, gıda takviyesidir” diye internette ya da herhangi bir dükkanda bilinçsizce bunları satamazsınız, insan sağlığı bu kadar ucuz değil diye bunun ile ilgili bir mücadelemiz var devam ediyor. Bir de özellikle diz içi eklem sıvısı olarak enjekte edilen bir ilaç var, onu tıbbi cihaz kapsamına sokmaya çalışıyorlar. Şu anda hekim arkadaşlar bir broşür veriyor hastalara, üzerinde bir telefon numarası var, o enjekte edilecek preparat, ilaç tıbbi cihaz olarak ruhsat aldığı için eczanelerde, ilaç depolarında bulunmuyor. Hasta broşürde yer alan kişiyi arayarak temin ediyor. Ancak benim gördüğüm bu preparatlar elde çanta veya araç bagajında tutuluyor satışı yapan kişiler tarafından. Üstelik oldukça da yüksek fiyatlara satıyorlar. Bu husus ile ilgili de Sağlık Bakanlığı'na görselleri ile birlikte sağlık hizmetlerine bir katkı sağlamadığını, aksine hangi koşulda saklandığının bilinmediğini, doğru kullanılıp kullanılmadığının bilinmediğini ve eczane dışında, sağlık çalışanı olmayan kişiler tarafından satıldığını ve oldukça yüksek fiyatla satıldığını; bu durumun vatandaşı mağdur ettiğini anlatan bir başvuru yapmıştık. Ama bir yıla yakın oldu, henüz bir cevap alamadık. Bu hususta da bizim takibimiz devam ediyor. Bunun dünyada örneği var mıdır bilmiyorum ama bu uygulama aldığımız eğitimle hiçbir şekilde bağdaşmıyor, sadece birileri para kazansın diye uydurulmuş, insan sağlığının hiçe sayıldığını bir nokta.

İlaç uygulanan Avro kuru ile ilgili, bu hususta nasıl bir öneriniz var Sayın Sayılkan? Fiyatlar ilaca ulaşım ile ilgili ciddi bariyerler oluşturuyor, ne yapılabilir?
Bundan 23-30 yıl önce enflasyona endeksli bir sistem vardı, 3 ay ya da senede bir kez zam gibi değil, gerek olduğu zaman zam yapılıyordu. Niçin yapılıyordu? İlacı, ürünü korumak adına yapılıyordu ve Türkiye’de ilaç bulunabilirdi. Bir dönem çık sık zam geliyordu, enflasyonun %100’ün üzerinde olduğu zamanlar, ama bir tek şey vardı, hiçbir ilacı biz yok satmadık. Bu sistem tabi aynı zamanda önceden tarif edilmiş zamanda hesaplanabilir bir sistem oluşturuyor. Bugün ekim ayındayız, şimdi diyorlar ki Aralık ayında %30 zam gelecek.Bir ilaç firması olsanız, bir ilaç dağıtım firması olsanız, bir buçuk ay sonra zam gelecek bir ürünü yüksek miktar ile piyasaya vermek ister misiniz, yoksa, zamdan sonra mı satmaya çalışacaksınız?

Türkiye’de üretilen ilaçlar için bu hususta ne söyleyebilirsiniz?
Türkiye’deki yerli firmalar kendilerince haklı olabilirler. Özellikle Türki cumhuriyetlerde Türkiye’dekinden daha yüksek rakamlara ilaç satıyorlar. Bu da ülkemizdeki mevcut ilaç sayısını azalttığı için bu sıkıntıyı da biraz körüklüyor. Bu bağlamda üretim üzerinden kota konulması söz konusu olabilir. Yani Türkiye’de üretilen ilacın, örneğin %10’u dışarı satılabilir diye. İhracat iyi bir şey, ülkeye döviz getiriyor ama insanınız o 1 gramlık antibiyotiği bulamıyorken, 10-20 lira daha yüksek para ile Türki cumhuriyetlere satıyorsanız, orada bir sıkıntı var demektir. Sağlık Bakanlığı’nın burada fiyat politikası ile ilgili süreci iyi yönetesi lazım. Veya bu firmaların büyük kazançlar uğruna ülke insanını sıkıntıya sokacak bir duruma girmemesi lazım.

Peki gelecek dönem için hangi sorunları öngörüyorsunuz?
Eğer bu fiyat kararnamesi değişmez ise, fakülte sayılarına bakış değişmez ise sorun derinleşir. Şuanda 63 fakültenin 45’i mezun veriyor. Tamamının mezun verdiği birkaç yıl sonra, mezun sayısı 3.000’den 5.000’e çıktığında sorun yaşayacağız. Biliyorsunuz eczane açmak yasa ile kısıtlandı. Büyükşehirlerde veya büyük şehir merkezlerinde açamıyorsunuz. Peki öğrenciler %2’lik bir dilime giriyorlar, zor bir okulu kazanıyorlar, 5 yıl bu eğitimi alıyorlar ve bitiriyorlar ardından da bir yıl zorunlu eczacılık stajını yapıyorlar, sonra ne oluyor? İlaç firmalarında çalışılabilecek çok alan yok, devlet yüksek sayıda eczacı çalıştırmıyor, eczane açacak yer de yok, bu sistem kendi eli ile birçok işsiz eczacı üretecek. Sağlık alanında “çok masraf olmasın, az para ile biz bu işi yönetelim” yaklaşımı hakim. Bununla da ne yazık ki olmuyor.

Son olarak gelecek dönem için planlarınız nedir?
Eczacı meslektaşlarımızın daha az sorunla uğraştığı, sorunlarının bir kısmının çözüldüğü, daha sürdürülebilir bir eczacılığın mümkün olmasını hayal ediyorum. Bugüne kadar olduğu gibi yeni dönemde de İzmir’deki lokal sorunları çözmek ile ilgili bir sorunumuz yok, tüm kurumlar ile iyi ilişkilerimiz var. Ama temel sorunlar Ankara odaklı, yani merkezden çözülmesi gereken sorunlar. Eczacılar Birliği ile oldukça iyi bir iletişimimiz var. Onlar ile birlikte bir mücadeleye girip majör sorunların bir kısmını halletmemiz gerekiyor. Eczanelerin yaşadığı ekonomik sorunları aşmamız gerekiyor. Aralık ayından Temmuz ayına ilaç fiyatlarına yapılan %30 zammın aylık resmi verilere göre hesaplandığında %100’e yakın enflasyon olduğu bir ülkede 7-8 aylık %30’luk bir ilaç zammı ile sorun çözülmüyor, eczanelerin yaşadığı sıkıntılar bir tarafa ilacın bulunamadığını görüyoruz, onu çözmemiz gerekir. Diğer taraftan farklı isimler ile ruhsatlandırılıp eczane dışına çıkartılan ürünlerin halk sağlığını tehdit edici sürecini engellemeye çalışıyoruz, hukuk mücadelesi de veriyoruz bunun için, onu çözmeye çalışmamız lazım. Eczaneler Birliği bir limite kadar ücretsiz sigorta yapıyor onunla ilgili süreç gayet başarılı yönetiliyor. Meslektaşımız o rakımın üzerindeki eczanesini tamamlayıcı sigorta ile eczanesini sigortalıyor. Bu birçok meslek grubunda olmayan güzel bir uygulama. Sıralı dağıtımlar meslektaşlar arasındaki uçurumu azaltmak adına ve adil bir uygulama anlamında çok doğru bir şekilde devam ediyor. Eğer üst birliğe doğru anlatabilirsek ne kadar zamanda sonlanır bilmiyorum ama eczacılık yapmayı bırakmak şartı ile mesleği tamamen bırakacağını taahhüt edenlere mesleği sürdürenlerin finanse ettiği ikinci bir emeklilik projesi hayata geçirelim istiyoruz. İl bazlı bir proje olarak düşünüyoruz, örneğin İzmir’de 100 eczacı mesleği bıraktığında, 1750 eczane yardımlaşma sandığına ödedikleri 300-500 lira ile 1.500-2.000 lira ödeyerek onlara bir ikinci emekli maaşı kadar daha bir gelir sağlayıp onların emekli olmasını teşvik etmek gerekiyor. Birçok meslek yaşı büyük meslektaşım mesleği bırakmayı düşünüyor ama alacağı emekli maaşı ile geçinemeyeceğinden endişe ediyor. Meslektaşlarımızın keyifli bir emeklilik yaşaması hem de gençlerin önünün açılması için onların emekliliğine destek sağlamak üzere ikinci bir maaşı kendimizin finanse ettiğimiz bir sistem kurmamız lazım. Bir de içerisinde konferans salonları barındıran, daha işlevli bir hizmet binası da kazandırabilirsek odamıza, ajandamızın ilk sıralarında bu başlık da yer alıyor. Emlak fiyatlarındaki korkunç yükseliş, ikiye üçe katlanması nedeni ile biraz temkinli davrandığımız bir süreç. Bu dönemde tam da ihtiyaç duyulduğu şekilde, uygun bir oda da kazandırma hayalimiz var.

Ecz. Tuncay SAYILKAN
İzmir Eczacı Odası Başkanı